Ana içeriğe atla

Neksus: Taş Devri'nden Yapay Zekaya Bilgi Ağlarının Kısa Tarihi


Yuval Noah Harari, çağdaş düşünce dünyasında geniş kitlelere ulaşabilmiş ender entelektüellerden biri. Sapiens’te insan türünün evrimsel ve kültürel kökenlerini ele aldı; Homo Deus’ta teknolojik dönüşümün insanlık tahayyülünü nasıl değiştirebileceğini sorguladı; 21. Yüzyıl İçin 21 Ders ise güncel krizlerin içinde yön duygusunu kaybetmememiz için uyarıcı bir çerçeve sundu. Neksus ise bu çizginin devamı olmakla birlikte, Harari’yi insanlık tarihine dair daha temel bir soruya götürüyor: Tarihi şekillendiren şey bilgi miydi — yoksa bilgiyi taşıyan ağlar mı?

Bu sorunun peşinden gitmek, sadece geçmişi değil, geleceği de yeniden düşünmek anlamına geliyor. Çünkü Harari’ye göre bizler, bilgiyi kullanan bireyler değil; bilginin içinde işleyen düğümleriz. Bizim bildiğimiz kadarıyla düşünürüz, ama düşünme biçimimiz de içinde bulunduğumuz bilgi ağları tarafından şekillendirilir. İşte bu yüzden Harari’nin bu kitabı sessiz ama yankısı büyük bir çığlık gibi: Bilginin özgürlüğünü değil, bilginin kontrolünü tartışmalıyız.

Neksus, alıştığımız Harari üslubunu korurken — kronolojik anlatı, örneklem zenginliği, akademik dil ile popüler anlatım arasında salınan bir denge — aynı zamanda daha kavramsal, daha entelektüel bir katmana geçiyor. Bu kitap, tarihsel olayların değil, tarihsel ilişkilerin kitabı. Kimin ne yaptığı değil, kimin kime neyi nasıl aktardığı üzerine bir düşünce egzersizi.

Ve bu egzersizin sonunda ister istemez şu soruyla baş başa kalıyoruz: Bilgi çağında mıyız — yoksa yalnızca bilgiye erişim yanılsaması içinde mi yaşıyoruz?

Aşağıda kitabı bölümlerine göre özetlemeye ve yorumlamaya çalıştım.


İnsanlar ağı kurar, sonra ağlar insanları
Kitabın daha ilk sayfalarında Harari, insanlık tarihini anlamak için klasik “iktidar kimdedir?” sorusundan ziyade “bilgiyi kim kontrol ederdi?” sorusunu sormamız gerektiğini söylüyor. Bunu okuyunca ister istemez aklıma Michel Foucault’nun “iktidar bilgi üretir” önermesi geldi. Harari ise biraz daha ileri gidiyor: Bilgi sadece üretilmez; örgütlenir, dağıtılır ve ağlarla dolaşır.

“İnsanlar ağlar yaratır, sonra bu ağlar insanları şekillendirir.”

Bu noktada “ağ” kavramını bir internet altyapısından ibaret sananlar için uyarı gerekiyor. Harari'nin kastettiği ağ, bir organizasyon biçimi: dilin, mitlerin, dinin, paranın, devletlerin oluşturduğu sistemler.

Mitler, para ve din: İlk büyük bilgi ağları
Harari’ye göre insanlar, biyolojik olarak sınırlı canlılar. Yani aynı anda 150 kişiden fazla bireyle güven ilişkisi kuramıyoruz. Ancak bu sınırı aşmamızı sağlayan şey, hayali düzenler. Ortak inançlar, mitler, semboller... Tüm bunlar kolektif koordinasyonu mümkün kılıyor. Yani Tanrı’ya inanmak, aslında tanımadığınız milyonlarca insanla aynı kurallara göre davranmayı kabul etmek demek.

Harari burada dinin, paranın ve devletin ortak bir yönüne dikkat çekiyor: Hepsi, bilgi ağlarıdır. Altın, bir meta olmaktan çok, üzerine inşa edilmiş sembolik bir sistemdir. Paranın değeri, insanlar onun değerli olduğuna inandığı sürece vardır. Aynı şekilde kanunlar da, herkes onların geçerli olduğuna inandığı için geçerlidir.

İmparatorluklardan bürokrasiye: Ağların organizasyonu
İlerleyen bölümlerde Harari, antik imparatorlukların — özellikle Çin, Roma ve Pers sistemlerinin — nasıl bilgiye dayalı yapılar olduğunu gösteriyor. Vergi kayıtları, nüfus sayımları, hukuk sistemi... Bunların hepsi veri üretimi ve yönetimiyle ilgili. Ve belki de en önemlisi: Harari, yazının icadını insanlık tarihindeki en önemli “bilgi ağı devrimi” olarak görüyor.

Yazı, sözlü kültürün sınırlarını yıkmakla kalmadı, aynı zamanda otoritelerin hafızasını kalıcı hale getirdi. Artık hükümdarın aklı değil, arşivler konuşuyordu.

Modernite ve anorganik ağlar: Bilgisayarların yükselişi
Kitabın ikinci yarısında işler daha tanıdık hale geliyor. Matbaanın icadı, bilgi akışını demokratikleştirirken; 20. yüzyılda bilgisayarların ortaya çıkışı bilgiye yeni bir nitelik kazandırıyor. Harari burada çok kritik bir kavramı devreye sokuyor: Anorganik bilgi ağları.

İnsanların kurduğu, ama insanlar tarafından yönetilmeyen sistemler bunlar. Algoritmalar, yapay zekâlar, veri merkezleri... Bilgiyi insanlar için değil, makineler için organize ediyorlar. Harari burada biraz karamsar: İnsanlığın bilgiye erişimi artarken, bilginin kontrolü daralıyor.

Yapay zekâ ve karar alma: Algoritmalar çağında kim bilir?
En çarpıcı bölümlerden biri, algoritmaların karar alma süreçlerine nasıl müdahil olduğu üzerine. Harari, şunu soruyor:“Eğer yapay zekâ sizin işe alınıp alınmayacağınıza karar veriyorsa, gerçekten ‘insan kaynakları’ departmanı var mıdır?”

“Algoritmalar, sizi sizden daha iyi tanıdığında, özgür iradenin anlamı kalmaz.”

Özellikle Çin’deki sosyal kredi sistemi, Amazon’un işe alım algoritmaları, Google’ın reklam algoritması gibi örnekler üzerinden ilerliyor. Harari’ye göre, bilgi artık sadece ne olduğunu değil, ne olacağını da belirliyor.

Ve şu çarpıcı tespiti yapıyor: Bilgi ağları artık sadece gerçeği temsil etmiyor. Gerçeği inşa ediyor.

Bilgi ağlarının geleceği: Demokrasi mi, dijital mutlakiyet mi?
Kitabın son bölümü oldukça politik. Harari, bilgi ağlarının demokratikleşmesi gerektiğini savunuyor. Çünkü bilgi akışını kontrol edenler, toplumu şekillendiriyor. Eğer algoritmalar şeffaf değilse, toplumsal eşitlik de sürdürülemez hale geliyor.

“Şeffaf olmayan bir bilgi ağı, sessizce işleyen bir otokrasidir.”

Bu noktada kitabın “liberal alarm zili” çaldığını söylemek mümkün. Harari, teknolojinin kader olmadığını, ancak mevcut gidişatın liberal demokrasinin altını oyduğunu net şekilde ifade ediyor.

Sonuç: Harari’nin en soyut ama en politik metni
Neksus, Harari’nin belki de en “teorik” kitabı. İçinde tarih var, teknoloji var, sosyoloji var, ama hepsinden çok daha fazla “kurgu kurma” var. Kitap boyunca fark ediyorsunuz ki Harari, yalnızca bilgi ağlarını anlatmıyor — aynı zamanda bizi bir düşünce ağına davet ediyor.

Ve bu ağda bir düğüm olmayı kabul etmek için önce şu soruyu sormamız gerekiyor: Bilgiyi kimler şekillendiriyor, biz hangi ağlara dahiliz, ve bu ağlar bizi nereye götürüyor?

Yorumlar