Ana içeriğe atla

Avrupa Neden Dünyayı Fethetti?


California Institute of Technology (Caltech) tarih profesörü Philip T. Hoffman’ın 2013 yılında yazmış olduğu “Why Did Europe Conquer the World” kitabı Say yayınları tarafından Türkçeye çevrilip yayınlandı. Kitap, Avrupa’nın 500 yıldır devam eden üstünlüğünün sebeplerini ortaya koymayı amaçlamaktadır. Hoffman, kitabı boyunca Avrupa’nın üstünlüğüne cevap ararken daha önce çokça ortaya konan coğrafya (Paul Kennedy ve diğerleri), bulaşıcı hastalıklar (Jared Diamond) ve siyasi kurumlar (Daron Acemoğlu ve diğerleri) gibi tezleri eleştirmekte ve bu unsurların soruları yanıtlamakta yetersiz kaldığını belirterek, Batı Avrupa’nın üstünlüğünü barut teknolojisindeki liderliğine bağlamaktadır.

Hoffman Avrupa’nın barut teknolojisindeki liderliğini “turnuva modeli” olarak adlandırdığı kavramda açıklamaktadır. Modele göre; Avrupa’nın diğer ülkelerin ulaşamadığı silah teknolojisine ulaşması için 4 koşulun aynı anda sağlanıyor olması gerekti: aralıksız savaş hali, yüksek savaş harcamaları, barutlu silahların yoğun kullanımı ve askeri inovasyonun hızlı yayılımı.

Hoffman ayrıca Avrupa’nın dünyanın diğer bölgeleriyle arasındaki temel farkları açıklarken Avrupa’nın geçirmiş olduğu siyasal ve tarihsel değişimleri nedenleriyle beraber sorgulayarak Avrupa’yı “diğerlerinden” ayıran özelliklere ışık tutmayı amaçlıyor.

Bu Anlamda, kitabı Turnuva Modeli ve Avrupa ve Diğerleri olarak iki ana bölümde inceleyebiliriz.


TURNUVA MODELİ

Aralıksız Savaş Hali: Modelin ilk maddesi olan sürekli savaş hali Avrupa’nın benzersiz özelliklerinden biridir. Evvela Batı Avrupa, yöneticileri değerli bir ödül için savaşan; düşük ve benzer siyasi maliyetlerle kaynak seferber edebilen mütevazı boyutlarda devletlere bölünmüştü. Diğer güçlü hükümdarları korkutup etkisiz hale getirebilecek, Doğu Asya’daki Çin imparatorlarına eşdeğer bir egemen güç yoktu ve Batı Avrupa’nın belli başlı güçlerinin kıyaslanabilir ve nispeten küçük olan boyutları yaparak öğrenmeyi kolaylaştırıyordu. Şan şeref arayışı ve din düşmanlarını yenme arzusu anlaşmazlıkların barışçıl çözümünü engelledi ve savaşların devam etmesine yol açtı. İki ödül de savaşların yarattığı maddi hasarları dengeledi, özellikle de savaşa girme kararı veren fakat kişisel olarak maliyetlere katlanamayan krallar için.


Tabloda görüleceği üzere; Avrupalı devletlerin savaşta olduğu zaman yüzdesine bakıldığında aralıksız savaş halinin gerçekten de Avrupa’nın belirgin bir özelliği olduğu görülmektedir.

Yüksek Savaş Harcamaları: Batı Avrupa’da ilk modern devletler savaşlara muazzam meblağlar harcadılar. Bu tür hesaplamaları yapabileceğimiz en erken tarih olan 1780’lerde bu meblağ Fransa’da GSYH’nin %7’sinden fazla İngiltere’de ise %12’ydi ve bu rakam Çin’in iki katıydı. Kıyaslama yapacak olursak, Soğuk Savaş döneminde ABD savaşlara sadece GSYH’sının %5’ini ayırıyordu. Devlet bütçelerinin doğrudan askeriyeye ayrılan %40 ila %80’i Avrupa’daki ilk kalıcı donanmaları ve muazzam ölçüde asker seferber edebilen orduların masraflarını karşıladı.



Savaş gerçekten de Batı Avrupa’daki ilk modern devletlerin tek amacıydı; en azından ne için vergi topladıklarına bakarak bu yargıya varabiliriz. Örneğin, kraliyet konutlarının en büyüğü olan Versailles Sarayı bile XIV. Louis’in vergi gelirlerinin %2’sinden daha azına karşılık geliyordu. 8. Yüzyılın ikinci yarısı itibarıyla, Fransa ve İngiltere’nin nüfusları Çin’in nüfusunun onda birinden az olmasına rağmen, ikisinin de toplam vergi gelirleri Çin’inkinden fazlaydı.


Avrupa’nın küçük ölçekli cumhuriyetleri daha temsilci kurumlar olmasına ve böylece kişi başına daha fazla vergi toplamasına sebep olmuş olabilir. Ayrıca, On sekizinci yüzyıl itibarıyla, belli başlı Batı Avrupa güçlerinin çoğu borç alabiliyordu ve Avrasya’nın geri kalanına kıyasla kişi başına daha ağır vergiler getirdiler. Çoğunun devlet borçlanmasını ve yeni vergilerin getirilmesini kolaylaştıran, en azından bazı yerel elitler için temsilci kurumları vardı ve siyasi devrimler sayesinde en sonunda ulusal seviyede temsilci kurumlar elde etmeleri vergi gelirlerini daha da yükseltti. Örneğin, Şanlı Devrim İngiltere’nin borç alma becerisini büyük ölçüde arttırdı, özellikle uzun vadeli borçlar yoluyla ki bunlar 1693’te sıfırken 1715’te GSYH’nin %45’ine ulaştı. Devlet borçlarını halka açık bir piyasada işlem gören daimi gelirler halinde birleştirmeyi öğrendikçe mali buluşlar siyasi değişimlerin etkisini daha da büyüttü.

Barutlu Silahların Yoğun Kullanımı: Barut ilk olarak Çin metinlerinde dokuzuncu yüzyılda ortaya çıkmıştı (Avrupa’dan dört yüzyıl önce) ve Çin’de ilkel barutlu silahlarla uzun bir denem dönemi, on üçüncü yüzyılın sonlarında ilk ateşli silahları doğurdu. Batı Avrupa’da eşdeğer bir şeye dair belirtiler en azından bir nesi boyunca ortaya çıkmadı ve ayrıca Avrupalılar gemilere silah yerleştirmede de daha geri kaldılar. Ancak barut savaşı on beşinci yüzyıl ortalarında Çin’de bitmeye yüz tuttuktan sonra, Avrupalılar liderliği ele geçirdi.


Askeri İnovasyonun Hızlı Yayılımı: Avrupa’da yaptırım zor olduğu için, ambargolar en son silah, beceri ve taktik buluşların yayılmalarına engel olamazdı. Yayılmanın önündeki en büyük engel siyasi değil, coğrafiydi. Fakat, Batı Avrupa devletleri bu engeli bertaraf edebilecek kadar birbirine yakındılar. Sonuçta genel olarak, askeri buluşlar Batı Avrupa’da yayıldı. Ve yayılmaları da Asya’da olduğundan daha az engelle karşılaşmış olabilir çünkü Asya’da teknik becerileri olan zanaatkarların hareketliliklerini kısıtlayacak akrabalık, din veya ikametgah bağlarına sahip olma olasılıkları daha fazla yüksektir.


AVRUPA VE DİĞERLERİ

İkinci bölümde, Avrupa’yı dünyanın diğer bölgelerinden ayıran temel özellikleri coğrafi ve siyasi olmak üzere iki ana başlıkta değerlendirebiliriz.

Coğrafi Nedenler: Avrupa’nın yüzlerce ada ve yarımadayı kapsaması, kıyılarındaki girinti ve çıkıntılarının fazla olmasından dolayı Avrupa’da iç deniz, yarımada, ada, körfez ve koy sayısı çok fazla olması ve ortalama yükseltisi 330 metre olan kıtanın oldukça dağlık bir araziye sahip olması birçok tarihçi tarafından Avrupa’nın bölünmüş siyasi yapısını açıklamada argüman olarak kullanılmıştır. Bu anlamda, Batı Avrupa’yı diğerlerinden ayıran sebepleri araştırırken, Avrupa’nın siyasi yapı olarak tam zıttı olan Çin ile coğrafi özelliklerinin karşılaştırması coğrafya tezinin siyasi tarih üzerindeki etkisini incelemek açısından faydalı olacaktır.

İlk olarak, Jared Diamond ve David Cosandey’in görüşlerine göre coğrafya, Çin ve Avrupa’da iki şekilde etkili oldu. İlk olarak, Avrupa Çin’den daha dağlıktı ve sıradağlar ulaşım masrafını arttırdıkları ve istilaları önledikleri için Avrupa’da siyasi sınır oluşturdular. İkinci olarak, Avrupa’nın kıyı şeridi Çin’inkinden daha düzensizdi ve bu düzensizlikler (özellikle yarımadalar) daha küçük devletlerin gelişimini destekledi. Bu argümanlar ikna edici görünmektedir ama yakından incelendiğinde geçerliliğini koruyamaz. Örneğin, dağlık bölgenin, yüksekliği 1.000 metrenin üzerinde olan alanlar olarak tanımlandığını farz edelim. Bu taktirde, antik Çin’deki %33’e karşılık, Avrupa’nın yalnızca %6’sı dağlıktır.



Peki, Avrupa’nın girintili çıkıntılı kıyı şeridi siyasal bölünmesini açıklayabilir mi? Eğer düzensiz kıyı şeritleri hakkındaki argüman doğruysa, Avrupa’nın yarımadalarının erken bir tarihte birleşik devletler haline gelmelerini bekleriz; çünkü yarımadalar kendilerini düşük maliyetle savunabilir ve ucuz deniz ulaşımının avantajlarından faydalanabilirler. Gelgelelim İtalya 1870’e kadar birleşmemişti ve İber Yarımadası da halen bölünmüş haldedir. Argümandaki başka bir problem de Çin kıyılarının bazı bölümlerinin de düzensiz olmalarıdır ve bunlar muhtemelen Çin içindeki siyasal bölünmenin de gelişme alanı olurlardı, ama olmadı.


Hoffman Avrupa – Çin karşılaştırması üzerinden coğrafya faktörünün Avrupa’nın üstünlüğünü açıklamada yetersiz olduğunu belirterek, asıl fark yaratan unsurların Avrupa siyasi tarihinde yer aldığını öne sürmektedir.

Siyasi Nedenler: Avrupa’yı dünyanın diğer kısımlarıyla karşılaştığımızda politik yapı olarak ayrıştığını görürüz. Roma İmparatorluğunun çöküşünden sonra Avrupa politik olarak ayrılmış, hiçbir devletin uzun vadede diğerlerine hegemonyasını dayatamadığı bir coğrafya olmuştur. Avrupa’da 1300 – 1500 yılları arasındaki dönemde güçlü devletlerin olmaması ve devam eden savaş hali Batı Avrupa’yı savaş beylerinin hüküm sürdüğü ve kendilerini savaşa adamış düşman gruplara ayıran bir kültürel evrim sürecini başlattı. Asya’daki Çin ve Osmanlı gibi büyük imparatorlukların aksine Avrupa birbirine hemen hemen denk devletlerden oluşmaktaydı. Ayrıca, Osmanlı padişahlarının aksine, Batı Avrupa’nın kralları ve prensleri köle askerlere bel bağlamadılar ve dolayısıyla daha çok kaynak elde etmek için yerel elitlerle müzakere etmek zorunda kaldılar.

Avrupa’yı dünyanın kalanından bir diğer özellik: Avrasya’nın diğer kısımlarında Batı’nın kilisesine benzer bir yapı (siyasi açıdan otonom ve hükümdarların çok güçlenmelerini engelleyen organize bir ruhban sınıfıyla donatılmış bir din) olmamasıydı. Batı Avrupa’daki yönetimlerin hiçbiri çoğunlukla on birinci ve on ikinci yüzyıllardaki Atama İhtilafı yüzünden uzun süre papaya boyun eğdirmeyi başaramadı. Bu fikirler ve siyasi ittifaklar çatışmasında, Papalık Kutsal Roma İmparatorluğu ve diğer krallardan daha fazla bağımsızlık elde etmek ve onların kilise üzerindeki güçlerini sınırlandırmak için mücadele etti, özellikle de piskopos ve diğer yetkilileri atama hakkı konusunda. Kilisenin güçlü yapısı Avrupa’da tek bir devletin komşu devletler üzerinde hegemonya kuramamasında etkili olmuş ve Avrupa’nın dağınık güç yapısında önemli bir rol oynamıştır.

Ayrıca, Batı Avrupa dışında özel girişimler sınırlıydı. Bunun nedeni; genellikle oradaki yöneticilerin Batı Avrupa’dakinden çok daha önce mali sistemler kurmuş olmaları ve dolayısıyla günümüzde devlet ve ordunun paralı asker ve özel üstleniciler tutması olarak adlandırabileceğimiz eylemi yapmak yerine resmi memur çalıştırabilmeleriydi. Özetle, Batı Avrupa’dakilerden daha gelişmiş olan devletleri yönetiyorlardı. Bunun sonucu, Avrasya’nın geri kalanının girişimcileri askeri sektöre veya keşifler çağının başlarında ülke dışını fethetmeye çeken aynı muazzam kişisel ödüllerden yoksun kalmaları oldu. Batı Avrupa için mevcut tek tehdit özel sektör girişimlerinin barut/ateşli silah sanayinde çok etkin olması ve bunu kendi ticari çıkarları için kullanabilmesi unsuruydu. Batı Avrupa’da yeni kurulacak şirketi fonlama ve organizasyon yapısını belirlemede herhangi bir sıkıntı olmadığı için özel sektör girişimleri krallar için gerçek bir tehdit oluşturuyordu.


KİTAP HAKKINDA GÖRÜŞÜM

Sonuç olarak, kitap Avrupa’nın devam eden üstünlüğünün sebeplerinde barut teknolojisi üzerinde (coğrafya ve kurumlar faktörünün aksine) fazlasıyla durmasına rağmen, zengin kaynakları ve diğer tezlere karşı geliştirdiği argümanları dolayısıyla “Neden Avrupa?” sorusuna cevap arayan araştırmacıların okuma listesinde olması gereken, benim de okumaktan son derece keyif aldığım ve tavsiye edeceğim bir kaynak.


KAYNAKÇA

Kitabın İngilizce pdf versiyonu.

Yorumlar